Akşehir’de doğup çocukluğu Akşehir’de geçen birisi olarak; çocukluk hayalini gerçekleştiren beklide ender kişilerden biriyim.
1976 yılında Dünya Kupası maçlarında finali Almanya ile Çekoslavakya oynayacaktı ve finali köyümüze Almanya’dan her sene tatile gelen ve Almanya’dan gelirken getirdiği televizyonu kahvesine kuran birisi henüz 7 yaşlarında olduğum için, kahvesine almamış ve maçı seyredememiştim. Camdan seyrettiğim kadarıyla heyecanlı ve güzel bir maçtı, hatta uzatmalara gitmiş ve penaltılarda normal skoru 2—2 biten maçın penaltılarda 6—4 Çekoslavakya’nın almasına sevinmiştim. Çünkü beni maçı seyretmeye almayan Almanya’dan gelen köylümüzün izin vermemesi ve onun üzülmesi için dua etmiştim. Kimbilir beklide benim dualarım kabul oldu ve Almanya kaybetti. O kişinin o anki öfkesi beni mutlu etmişti. Maçın skorunu bu kadar net bilmemin bir sebebi de, o akşam net olarak öğrenememiştim ve ertesi sabah kendi kümesimizden aldığım yumurtaları, köyümüzdeki bakkal dükkanına satarak ve eskiler bilirler ilk telefonlar kolla çevrilen ve iletişim kurmak için neredeyse saatler harcadığımız bir cihazdı.
Kolla çevire çevire İstanbul’daki Hürriyet gazetesine ulaştım ve heyecanla sonucu öğrenmek istedim. Telefona çıkan kişi bana sonucu söylerken arkadan gelen sesler ve karmaşa, hadi abi noldu, geç kaldık, kameradan kontakları aldın mı gibi sesler ve iletişim biçimi beni etkilemiş olmalı ki; telefondaki kişiye abi benim adım Fikret Özcan, bu ismi unutma bir gün senin çalıştığın yerde çalışacağım dediğimi hatırlıyorum.
Aradan geçen yıllar, ve 1987 yılında kaybettiğim babamdan sonra ailemin ben askerde iken İstanbul’a taşınması, sanki daha önceden kurgulanmış gibi gelişen olaylar neticesinde, 1990 yılından askerlik dönüşümde, ilk defa çocukken, (abimin nişanında) geldiğim İstanbul’a tekrar ve yaşamak için, çalışmak ve çocukluk hayalimi gerçekleştirmek için gelmenin heyecanı vardı.
Ailemden taşındıkları adresin tarifini sadece bir defa bile almıştım ve dönüşte eve kendim gitmek ve evi bulmak, İstanbul’u tanımak ve kendimi kabullendirmek için başarmalıydım. Otogarda indikten sonra evin bir ön sokağına kadar geldim ve yeni yapılaşan bir sokak olduğu için henüz tabelası olmadığından, yan taraftaki sokaktan telefon açarak ben geldim, tam olarak nerde diye sorduğumda sadece 50 metre yakına kadar gelebilmem hiç tarif almadan ve bilmeden bu kadar yaklaşmam beni hem şaşırttı hem de mutlu etti.
Eve geldikten yarım saat sonra annemden aldığım harçlıkla ben işe başvurmak için Hürriyet Gazetesine gideceğim diye evden çıktım ve 2 saat kadar sonra hayal ettiğim yerdeydim. Görüşmede öğrendiğim kadarıyla bir hafta önce eleman alımı için ilan verilmiş ve yeterli eleman alınmıştı. Yaklaış 1 saatlik bir görüşme sonucunda ne kadar istekli ve içten olduğumu anlamış olmalı ki yaklaşık bir saatlik görüşmenin sonunda çeketini çıkar ve işe başla denmesi beni inanılmaz mutlu etmişti.
1990 yılının sonlarında başlayan gazetecilik maceram böylece başlamış oldu. Değişik birimlerde görev aldıktan sonra en son 1997 yılının ortalarında o anki ismiyle Doğan Medya Gurubu (DMG), daha sonra Doğan Burda Rizzoli (DBR) bizim tabirimizle ise; Hürriyet Dergi Grubunda Reklam Teknik Müdürü olmuştum.
2004 aralık ayının 13’üne kadar da bu görevde bulundum. Kazandığım deneyimlerim ve çalıştığım süre içinde dışarıdan birçok firma ve kurumla da iletişimde bulunmam, iletişimin ne kadar önemli olduğunu, yaşayarak ve gözlemleyerek öğrendim.
Kazandığım bu tecrübeleri ve gözlemleri; önce bahçeşehir’de yayınlanan dergide daha sonra İstanbul Üçüncü Bölgede yayınlanmaya başladığım, Boyut Dergi’de devam ettirdim. (Boyut Dergi’nin isim hakkını, 1993 yılında dönemin İstanbul Valisi olan, Hayri Kozakçıoğlu’ndan aldım.)
bence süper olmuş
YanıtlaSil